Değerli hemşerimiz Sami Çetmeli, dizelerinde yıllar öncesindeki Akşehir’i ve deyimlerimizi,çocukluğumuzu ne güzel anlatmış.

Bu dizeleri sizlerle paylaşmak istedim.

Ç O C U K L U Ğ U M

Elli yıl hatıramda çocukluğum yaşıyor
Rüyalarıma kadar AKŞEHİR’i taşıyor
Ulu çınarlar olan İmaret, Öksürük Taş
Tarihi değerimiz Taş Medrede, Kesikbaş
Soğanlı, Hıdır Dede, Zindan Babamız Vardı
O yağlı Dede’mizde her gece mum yanardı
Yakındı Atsız, Melles, Elevres, Engilli’si
Boduğu güdemezdi köylümün singillisi
Simgeleşen Alişan, Kabakçı Şali vardı
Çil Yakup, Deli Bekir ayrı neşe saçardı
Deşduvan Dilaver’den korkar meded umardık
Hıdırlık, Kerpiç’te soğuk demez toplardık
Tekke’nin dağlarından kar merkeple gelirdi
Testereyle kesilir, pekmez yenirdi
Dağdan kızılcık, göğem, alıç, ahlat toplardık
Termiye, erik kakı cebimizde saklardık
Kış günleri sıralar yarenleri olurdu
Fincan cezası için tek ayak durulurdu
Kardan kapanlar için damları hep kürüdük
Her bahar azık yapıp Marif’e dek yürürdük
Bi hapaz erik için çelenlerde koşardık
Tesbih şekeri alır, macun ile coşardık
Söğütten düdük yapar, aşık üter kaynardık
Kurşun asker arardık, toprak bilya yapardık
Aniğe kurşun döker, tilleyip satardık
Kağnıdan karpuz alır, ya da başak yapardık
Yaylı kıçına biner, gımçı ile hoplardık
Çelik, çubuk, met oynar adımlayıp sayardık
Buz tutan bayırlardan çantamızla kayardık
Yağmur gelini yapar, su döktürür hoplardık
Kapı kapı dolaşır, bulgurla yağ toplardık
El el üstü, sekseci, belli gruplar vardık
Hamam kızdı, birdirbir, uzuneşek oynardık
Takma ayaklı cambaz, palyoçosu olurdu
Her gün başka oyunla haftalarca dururdu
Gündelik gizlencilik elbisemiz olurdu
Lunaparklar sadece bayramda kurulurdu
Mahalle fırınımız çalı çırpı yakardı
Anamız çokça ekmek, yağlı guşlu yapardı
Su içtik kuyulardan helke denen kaplardan
Hatırlarım dün gibi çeşitli lakaplardan
Ofguzumlar, Vakvaklar, Cinimamlar, Mırçıklar
Takkasız, Lapadaklar, Zuluklarla Gıcıklar
Hopballalar, Beddeler, Bir de Bitbitdaneler
Bokamasmazlar da var dahası neler neler
Şalvar ve Çar, bürüde, bindallıydı geyimler
Akşehir’den çıkardı şivesiz çok deyimler
Nenesin emmin çarı, len Bodi gel len gari
Tısma Tızık, matcalı teyin gibi goş bari
Ha gari de len goçum, bi hapaz düyü gapgel
Gözünü belerdiver, şaplak atma gorkar el
Aşanede gusane, iliman ver irafdan
Hocaya edik geti, dua belle Musaf’dan
Nimeteye su doldu, havruz goy ötüreğe
Buban tembihlediydi esiran getir diye
Helkeyle tokuç bulda, esbabları yuyalım
Güzel bi türkü çığır, gulak verip duyalım
İcicik güldürdüysem otur yanı başıma
Eğlenib de su gatma, galeteli aşıma
Sizler ile birlikte kırk yıl evvel vardım

Alınıp darılma yok ben gerçeği aktardım
Hatıralar üstüne çok yarenlik edildi
Daha daha yaz diye eskilere gidildi
Çayda atlatma taşı, hamam da göbek taşı
Köşe binek taşı, meydanda dibek taşı
Mescitte ezan taşı, camilerde musalla
Çok şeyimiz taştandı değirmenler mesela
Tekne çitne senitler sofa hanay taraba
Kaşık tokuç nalinler tahtadandı araba
Toprak damlarda idi delikli bunarılar
Bunarıyı tıkardı bazı yerde arılar
Tekke’den başlayan çay evamıza akardı
Çok yağmurda sel gelir ahalimiz bakardı
Zahire hırtlak heyar kağnıyla çekilirdi
Kaya tuzu Konya’dan develerle gelirdi
Buz dolabı bilmezdik sırça küp testi vardı
Anam et kururtarak kışın herse yapardı
İlk radyonun içinde ufak insan arardık
Nasıl sığmışlar diye büyüklere sorardık
İbrik leğen üstünde yeşil sabun olurdu
Çamaşıra sadece kil, kül, çivit konurdu
Köylümüz şepit yerdi göçmenimiz gözleme
Kışın mangalda yaptık pateleri közleme
Kupa, sülük, yakıydı ilacımız ağrıya
Sakız, soğan konurdu işlemeyen yaraya
Nane, kekik, zencefil, afyondu ilacımız
Kinin ve nevruzunla dinerdi her acımız
İstasyon ve çarşıda parke taşı lüküstü
Taşıtlar at araba, iş gücü hep öküzdü
Sığırlardan sürümüz, çoban Ali’miz vardı
Doğan buzağıları bahşiş için sırtlardı
Arşıncı Fistan Metin iyi top vurucuydu
Belan Orhan Totiri futbolda kurucuydu
Tornacı Niyazi’ydi en çok uğrak yerimiz
Kaytan iple fıççalar yarmaktı hünerimiz
Sapanla kuş avlardık ağaç ağaç gezerek
Oniki taş oynardık oturup yer çizerek
Horazavlıyı taşlar, sıçana fak kurardık
Körsü yuvası bozar teyinleri yorardık
İlkbaharda menevşe kara gavuk toplardık
Yeni eren meyveyi, bosdanı biz yoklardık
Ekmek şeker karneyle para kıttı kıtlıktı
O günkü fabrikalar Sümerbank kaputluktu
Yüz paraya alırdı büyükler cigarayı
Unutmadım macuna verdiğim on parayı
Helva seksen kuruştu cıvığı tahanlısı
Kırk kuruştu kebabın birbuçuk sahanlısı
Kırk paraydı yumurta tavuk iki liraya
Kölemeni bedava karpuzlar yüz paraya
Akşehir’den Arife, Dudu ile Minciye
Beşibirlik isterdi, rağbet yoktu inciye
O zamanlar ilenme hem ne şekil olurdu
Elalem hendeşini teztezine bulurdu
Yayan yapıldak basma, gal ciciba nalinle
Çatma gara gasbenlik, şu sinecen halinle
Anısızın avlanasın nuzulların pek olsun
Çatırengine gidde, mezerine bok dolsun
Tatlısı acısıyla şükür yılları deldik
Gençliğe örnek olsun, nerden nereye geldik

Sami Çetmeli

 

A K Ş E H İ R   Ş İ V E S İ   İ L E   K O N U Ş M A L A R 

Aleh horazavlı vuran güdük deşduvanda fos çıkmadı, baksaane hincide körsüye hıltar dakıp hırtlak tarlasına getiriyo.

Anah cıkla cıkla yidiğim herseden börüme bi sancı saplandı.

Arif abanın fırına aşamdan herse vurduk zabası emmin geldiydi besbelli unudagoduk.

Bak bi goçum zerdeliye salıngaç gurup sallanırken keşik keşik dalımı sümsükledilerde nemneşekil oldum.

Bak bi len hacı emmin yaylıdan eledip durur, varıve de ge gamçısını sorcek ellam.

Delen gari hevlüvela dalımdan sıkı dutun, berinarı ebişde ümüğümü daraltma.

Ee gari sen bilin cicaba, gıcılı bükme yapdırmadan yalıguşları getime.

Elee gaç anam gaç ne bu irezillik ele güne garşı cedid yeni değirmih yeldirmeyi müsdamel panduflayla geyib garabasbenlik zerzebil etmiş.

Gaç anam gaç bokoğlu boklar çelene çıkıb şevteliye dadanmış yolmuşlar ardından fişgelegleri tosbaların depesine püsünen dikeldib susaya cizelemişler.

Gag hey gahbecik bi yunda ge freng göneğe mayıs çalınmış haranıda çitile helkede durulada paklansın nenecen yeni mintanı.

Gelen gari yanıgara çıkası matçalı, sıracalı gibi dikelme saane, sin de bi yere çömde senden işgenlenmesinler.

Get hey besmelesiz saçında sirken var gibi gavzınub durma da gire günü bunarı zıvasından cayki bu ayazda uyuyup galma.

Gıı bakhele şu gıyırık dölüne harım harım duvarından anacıma çıkıp sotak gösteriyo, goma ardına dolanda hetemeteye getirib sıfatına şaplağı indirelim.

Go len gari velesbidi icikde ben sürüb vord vorduyla yavukluma caka satcem.

Goma len boduğa, bücüklere hoode, camızın biciklerini üleşemeyib süscekler.

Halen gari buban gabızı söküp yüzüne güler amel oldu.Badı badı durmada teyin gibi seyirdip havruzu gabda ge.

Hayvah yen yanı yere gelip buba çıkasıcalar eşgare aşne fişne edip dümbüldüdü olmuşlar baksane elalem keşlerinden gülüb gavleşiyo.

Melen gari nimetinin ülüğünden bi su hörbülded de afaganın yatışsın.

Naha emi alnı şakından vurulup ansızın avlanasıca zina, sünteri göd cebimden çıkarıp bülüşlerini gıram.

Tıs omarla hongur ibram hacelinin gıyneşik gapısından gırnablı bambılı saldılar.

Yi len gari paketlerle gölleyi guşaneyle aşenede börbürdüm.

 

( EVİN BAHÇEYE BAKAN ODASININ ) KÖŞK CAMINDAN İZİNSİZ BAHÇEYE GİRMİŞ ÇOCUKLARI GÖREN AŞA ABANIN SERZENİŞLERİ

Eleeee bu çocuklar kimin anam.

Çocuklarrrr ansızın avlanın emi.

Demin çelende metleyip durdunuz, şimdi ağaçda teyin gibi çekişip duruyorsunuz.

Yeter inin ağeçdan, deşileceksiniz.

Eşşek sıpalari annaç taki gapıyı gıyneştırın goyunlar gaçcek.

Dikkat edin o ev eski, bunarı depenize düşcek şimdi.

Esiranı gapıp, keliği ayağıma geçirip gelcem, kim alcak sizi elimden.

Yavrum marpucu fişkirdatıp durma topla göpçüye goyuver aslanım.

Bunlar büsbütün okuntulu hay anam.

Pek bi inez bunlar, yunmadıklar zeyinsizler , ıngırazlıdır hepsi.

Kesin anaları gezentedir bunların.

Biraz ığransanız gooşular govalayalım şu itleri.

Bak demin silkeledim erikleri, peşgirin içine goydum, ordan yiyin.

Ne naşal çocuklarmışsınız kiminiz kimseniz sabınız yokmu sizin.

Dadandınız bizim ağeçlere bırak olum o sünteri bırak cam çerçeve goymadınız maallede.

Bak gelin, size yeregeçen vereyim şirneme singilli sarı gafa şaplaa yersin.

 

Akşehir şivesi ile bir hikaye: AKŞEHİR’DE BİR GÜN

Gire günü anaları gesi yurken bir araya gelen çocuklar. Çelenden metleyip giravetin altında ki galeteleri dermeğe evzinirken annaçlarında deşduvanı görünce yerlerinden ığranamadılar.
Çocukların alasanına tızıktıran ebesi:
“Naha yen yanın yere gelsin, ne isten şuncacık veletlerden, nenesin onlar senin yoşuk galetelerini” diye ünledi.
Elinde çöteyle çocukları kovalayan deşduvan nezelmiş göyneğini çilpilere taktırıp yırtınca iyice nevli döndü. Yerden şeplek bir daş alıp çocuklara atmaya yeltendi. Terden şipit olmuş çocuklar gıynaşık bahçe gapısından çıkıp ebelerinin ardına saklandılar.
Çocukların ebesi de yerden bi hapaz daş alıp öbür elindeki gesi tokucıyla deşduvanın annecine dineldi.
Deşduvan:
“Bak bunlar garagasbenlik bana hep kerzine kerzine yapıyarlar. Benez gene gelirlerse beni zılla deli edecekler. Buba çıkasıca veletlerini al götür.”
Çocukları eve götüren ebeleri aşanede çitnenin üzerindeki yağır gibi olmuş ziniye yaptığı yağlı guşlulardan goyup:
“Hersizlik etmeyin herkes semini keşikle yesin.” dedi.
Çocuklardan gücçüğü:
“ Nene bene velespit alcan mı? diye sordu.
Nenesi:
“Buban zöv zöv gezer enim gunum matah bir şey yapmış gibi gelip dombey danası gibi oturacağına şeytan pampırını o alsın.”dedi. Diğer çocuk: “Nene bu yağlı guşlular nemneşekil olmuş, ben akıtma isterim” deyince nenesinin iyice nevli döndü.
“Sus len matcalı bücük bücük gonuşma al şu peşkirle havruzu helaya goy, nimeteye de su doldur getir. Ganıyaklı anan sizin için emenir amma yaranamaz. Çabuk gidin zıbarın.”
Küpüş gibi olmuş yunmuş gesileri getiren anaları:
“Biraz baduk buduk yıkandı emme aralık bilemedin dernek gününe gadar idare eder.” dedi…:)

Eczacı AHMET SARI ya teşekkürler.

 

A H   F A İ K   A H

Akşehirde yaşayan unutulmaz simalardan..”DELİ FAİK”

Deliliği elbiselerinin yırtıklığı, uzun ve kirli saçı, sakalı, kimsesizliği, garipliği, yalnızlığı mıydı bilinmez. Her kış olduğu gibi bu Aralık ayının karında, gündüzün sıfırın altındaki soğuğunda, ayazında, güvercinlerin çatılarda donup öldüğü bu kış ayında Akşehir’in hangi soğuk caddesinde kıvrılarak yatacak, hangi lokantacının acıyarak verdiği sıcacık bir çorbayı içecekti Deli Faik.
Bu sabah da her sabah olduğu gibi İmaret Camii’nin önündeydi Deli Faik. Her gün olduğu gibi bugün de Çay Mahallesi’nden gelecek Sadi Beyi bekliyordu.
İşte, Sadi Bey’de geliyordu.
Faik ileriden Sadi Bey’i görmüş, yanına doğru koşarak:
—Ağabey, ağabey. Diyordu.
Deli Faik’in her zaman olduğu gibi yine sırtında yırtık bir ceket, bilmem, kimin verdiği paçaları yırtık kısa bir pantolon, karın yirmi santim olduğu Aralık soğuğunda ayağında yazlık ayakkabılar vardı.

Sadi Bey:
—Buyur Faik! Dedi. Buyur.
Aslında onun ne istediğini biliyordu ya…
— Ağabey bir sigara, bir sigara…
Sigarayı uzattı, Faik soğuktan mosmor olmuş üşüyen elleriyle paketten bir sigara çekti.
Sadi Bey üzülmüştü haline… Yeni açtığı sigara paketi ile kibritini de verdi.

Faik:
—Sağ ol ağabey, sağ ol. Diyordu.
Yine iki büklüm bir halde, yazlık ayakkabılarıyla karlara basarak yürüyordu.
Sadi Bey diğer gün giymediği bir pantolonu, kışlık bir çift ayakkabıyı verdi, vermesine ya Faik bu kimseye zararı dokunmasa da onca kalabalığın içinde yalnızlığı seçmişti, âlem ona “ deli” demişti ya elbiselerini neden yırttığını bilen çıkmamıştı; “ deliydi” ya…
Herkesin aklını beğenmese çatlayıp öleceği bu âlemde o kendine, kendince deliliği seçmişti ya acaba o akıllı da âlem mi deliydi bilinmez…
O günün akşamında yine Sadi Bey Çay Mahallesi’ndeki evine yol alacaktı. Gözleri Faik’i aradı. Faik uzaktan göründü. Soğuktan, eli, yüzü mosmor olmuştu.

—Sadi Ağabey. Dedi. Sadi Ağabey…
Sadi yine sigara paketine uzandı, Faik uzattığı sigarayı yaktı.
Cebinden on lira çıkarttı, Faik’e uzattı, uzattı ya Faik’in Sadi’nin elini iteklemesiyle karşılaştı. Parayı kabul etmemişti.
Sadi hızlı adımlarla Çay Mahallesi’ndeki evine doğru yol alıyor; İmaret Camii’nde akşam ezanı okunuyordu. Şehir akşamın karanlığına bürünüyor, yorgun insanlar hızlı adımlarla yürümüyor, adeta koşuyorlardı… ve Faik karanlığın içinden, yalnızlığından yavaş yavaş yağın karın altından İmaret Camii’nin önünden Hıdırlığa doğru yol alıyordu.
Sadi Bey’in o günün sabahında yine gözleri Deli Faik ‘i aradı. Acaba bugün nereden karşısına çıkacaktı. İmaret Camii’nin içinden mi, Bakkal Fazıl’ın dükkânının önünden mi, yoksa bu civarda yıkılmaya yüz tutmuş virane bir evde kaldığı söyleniyordu ya oralardan mı çıkıp karşısına gelecek, sigara isteyecekti.
Arayan gözlerle İmaret Camii’ne doğru, sonra Bakkal Fazıl’ın dükkânının önüne, Akşehir Çayı’nın aktığı köprü civarlarına, Kızılay Aş Evi’ne, Cumhuriyet İlkokulu’nun önüne baktı. Yoktu. Faik yoktu işte… Üstelik sigarasını da hazırlamıştı, hazırlamasına ya yoktu işte yok…
Herkesin deli diyerek kaçtığı, sevmediği, çok insanın ise acıyarak baktığı Faik’i sevmişti…
Akşehir’e kış tüm sevimsizliğiyle gelmiş, lapa lapa kar yağıyordu. Her Aralık ayı geldiğinde, her kar yağışında ise Sadi Bey Faik‘i hatırlıyordu…
Yine mevsimin yağan karında Nasreddin Hoca Mezarlığının önünden geçerken Sadi Bey yıllar öncesinden Akşehir’de soğuktan donarak ölen Faik‘i hatırladı. O kış Faik’i mezarına defnederken, gözlerinden yaşlar dökülmüştü. “Faik, demişti, ah Faik ah!”….Sami BAŞAR